Hazırlayan: Aslı Uluşahin
Cafer Panahi’nin 2015 yapımı ‘Taksi Tahran’ filmi, bir otomobilin içinden sokağa bakışla açılır. Filmde Panahi’yi, Tahran sokaklarında dolaşacak kamera yerleştirilmiş bir taksinin şoförü olarak görürüz. Bu rol ona, ülkesinde yaşananları aktarmak, sokağın nabzını tutmak için imkân sunar. İlk müşterileri bir erkek ve bir kadındır. Sohbet ederlerken erkek, idam cezasını savunur. Kadın müşteri karşı çıkar: “İdam mı? Başkalarının hayatı hakkında ne kadar kolay karar veriyorsunuz.”
Panahi’yle birlikte İranlı yönetmenler Muhammed Rasoulof ve Mustafa El Ahmed, ‘başkalarının hayatı hakkında kolayca karar veren’ İran hükümeti tarafından geçen günlerde tutuklandı ve ‘kötü şöhretli’ Evin Cezaevi’nde hapsedildiler. Panahi’nin 2010 yılına ilişkin mahkûmiyeti gerekçe gösterilerek 6 yıl ceza almasıysa büyük tepki uyandırdı.

‘Taksi Tahran’ filminden…
Tutuklanmalarına varan olayları hatırlarsak: 23 Mayıs’ta Abadan kentinde 10 katlı bir bina çöktü ve 40’tan fazla kişi yaşamını yitirdi, yüzden fazla kişi yaralandı. Devlet güçleri, yıkımı protesto eden halka şiddetle karşılık verdi. Muhammed Rasoulof ve Mustafa El Ahmed’in de aralarında olduğu sinemacılar, “Silahları bırakın” diyen ve yıkımdan ‘beceriksiz yetkilileri’ sorumlu tutan bir bildiriye imza attılar. Ardından ‘huzursuzluğu kışkırtmak, toplumun psikolojik güvenliğini bozmakla’ suçlanıp tutuklandılar. Bu kez 300’den fazla sinemacı, derhal serbest bırakılmalarını isteyen başka bir bildiri yayımladı. Panahi bildirinin imzacılarındandı ve arkadaşlarını savunmak için gittiği Evin Hapishanesi önünde gözaltına alındı, ardından mahkûmiyet kararı geldi.
Abadan’da protestolar
Peki İranlı yönetmenler aslında neden tutuklandı? Soruyu belgesel sinemacı, Documentarist’in direktörü Necati Sönmez ve İstanbul’da yaşayan İranlı yönetmen Mehdi Shabani yanıtladı.

Shabani ve Aydın Boysan…
Shabani ilk olarak, 300’den fazla sinemacının ortak bildirisinin İran yönetimini korkutmuş olabileceğini söylüyor: “Bu kadar kişinin bir araya gelmesi, tepki göstermesi çok önemliydi ve devletin bu tepki karşısında korktuğunu söyleyebilirim. İki ay önce de 400 kadın sinemacı ortak bir bildiri yayımlamıştı.”
Necati Sönmez sonrasını anlatıyor: “Filmleriyle uluslararası festivallerde pek çok ödül kazanmış olan Firoozeh Khosrovani ve Mina Keshavarz'ın da aralarında bulunduğu bir grup kadın belgeselci hiçbir gerekçe gösterilmeden evlerinden alınmış, hepsinin bilgisayar, cep telefonu, pasaport gibi kişisel eşyalarına el konulmuştu. Bir süre tutuklu kalan sinemacılar sonradan yurtdışı yasağı konarak kefaletle serbest bırakılmıştı.”
Sönmez’e göre Abadan kentindeki protestoların İran rejimini tedirgin etmesinin de arka planı var: “Hatırlatmakta fayda var, Arap nüfusun yoğun olduğu Abadan kentinde 1978’deki başka bir olay, bir sinemanın kundaklaması sonucu yaşanan trajedi ve bunun karşısındaki halk tepkisi Şah’ın devrilmesine giden yolda kilometre taşlarından biri olmuştu.”
İtirazları bastırmak
Shabani, ülkede yükselen itirazlar nedeniyle İran yönetiminin baskı ve şiddeti artırdığını anlatıyor:
“Yönetmenlerin tutuklanmaları son aylarda toplumun tüm kesimlerine yönelik geniş saldırının devamı. Öğretmenler, sendikacılar, kadın mücadelesi, ses çıkaran herkese karşı rejimin yeni politikası bu. Net bir biçimde artık hiçbir şeye tahammül etmiyoruz diyorlar. Artık düz şiddet var. Maskeler çıkarıldı. Çünkü ülkede itirazlar çok yüksek. Çünkü ekonomi iflas etmiş durumda, adalet yok.”
Sönmez de İran’da artan hayat pahalılığı ve huzursuzluk karşısında içten içe kaynayan toplumu sindirmek amacıyla muhalifler üzerindeki baskının dozunun arttığı görüşünde: “Rejim belli ki 2009’daki gibi bir isyan dalgasının tetiklenmesinden endişe ediyor, tıpkı Türkiye’deki iktidarın ikinci bir Gezi korkusuna benzer şekilde. Sinemacılara dönük ev baskınları ve son tutuklamalar, İran’daki rejimin bu doz artırımında adeta ‘altın vuruş’a yaklaştığını gösteriyor.”
Yönetmen Shabani 12 yıldır İstanbul’da yaşıyor ve o da filmlerinde yurttaşları gibi ülkenin, Ortadoğu’nun sorunlarını anlatıyor. Bundan sonra ne olacağını soruyorum: “İran’da sinemacıların eleştirileri devam edecek mi yoksa baskılar karşısında suskunluk mu hâkim olacak?”
“Panahi ve diğer yönetmenlerin tutuklanmaları hiçbir şeyi değiştirmez” diye yanıt veriyor Shabani: “İran’ın dinamizmi içinde itiraz ciddi bir gelenektir. Rejim çökmüştür ve itirazlar durmayacaktır. Rejimi eleştiren filmler de sürecek. Sinemanın İran’daki etkisi çok güçlüdür.”
‘Ülkeden gitmeyeceğim’

Necati Sönmez
Sönmez, Berlin ve Cannes gibi saygın festivallerden ödüller almış Panahi ve Rasoulof’un mücadelelerini buna örnek gösteriyor:
“Asıl bakmamız gereken, tüm bu baskılar, ceza ve yasaklamalar karşısında ne film çekmekten ne de rejime meydan okumaktan vazgeçen bu sinemacıların sergilediği kararlı duruş. Panahi o dönem aldığı altı yıl hapis cezası ve 20 yıl film yapma yasağı karşısında şunu demişti: ‘İran yönetimi ülkeden çıkmama göz yumacaktır ama bunu yapmayacağım. Gidersem hem yaptığım iş anlamını yitirir hem de ülkede değişim için mücadele edenleri sıkıntıya sokmuş olurum.’
Daha önce de gözaltına alınan, hüküm yiyip hapis cezası alan Rasoulof’un yaptığı filmlere bakıldığında, onun da yolu cezaevine çıkan bu duruşunun, yaptığı işin doğal bir uzantısı olduğunu görürüz. ‘El Yazmaları Yanmaz’da (Dast-Neveshtehaa Nemisoozand, 2013) mollalar rejiminin muhalif aydınları topluca katletmek için yaptığı sinsi bir planı konu alırken, ‘Dürüst Bir Adam’da (Lerd, 2017) yolsuzluk, adaletsizlik ve çürümüşlüğe batmış bir sistemin parçası olmamak için direnen bir adamı merkeze alır. Son filmi ‘Şeytan Yoktur’ (Sheytan Vojud Nadarad, 2020) ise aynı rejimin en gaddar uygulamalarından olan ölüm cezasına dair dört hikâye anlatır. Üstelik bu filmi yasaklıyken sansüre meydan okurcasına (ilgili mercilerden izin almak için her bölümü ayrı bir kısa film gibi sunarak, senaryoya da adını koymayarak) gerçekleştirmeyi, dahası Berlin’e gönderip yarışmaya katılmayı başarır.”
|