
Fotoğraf: Bianet
Ufuk Tanışan
İstanbul'u dönüştüren Rus göçü
Tarihinde birçok göçe ve göçmene ev sahipliği yapan İstanbul, en ilgincini kuşkusuz işgal altındayken yaşadı… Kapsül Pazar, sizi o dönem yaşanan 'Beyaz Rus' göçüne götürüyor.
Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler’in, 1917’de iktidarı ele geçirmesinin ardından çıkan iç savaşın mağlup tarafı olan Beyaz Ordu ve destekçileri, 1919’dan başlayarak ülkeden ayrılmak zorunda kalır. Kimi, Polonya üzerinden özellikle Fransa ve Almanya’ya, kimi Uzakdoğu’ya geçerken kimileri de İstanbul’un yolunu tutar.
Özellikle 1920’nin ortalarında, Lev Troçki’nin komuta ettiği Kızıl Ordu’nun Kırım’ı ele geçireceği anlaşılınca tek seferde on binlerce kişinin gemilerle İstanbul’a uzanan göçü başlar. Aralarında monarşistlerin, Bolşevik olmayan sosyalistlerin, liberallerin ve kendi devletlerini kurmak isteyen Ukraynalılar’ın olduğu 60 bin sivilin yanı sıra 86 bin askerden oluşan düzenli bir ordu da işgal altındaki İstanbul’un yolunu tutar.

Fotoğraf: Rus Devlet Arşivi - Ekim 1917'de askerler 'Komünizm' yazılı pankart taşıyor
Silahların bir kısmı direnişe gidiyor
O sıralarda Anadolu’da direnişi organize etmeye çalışan Mustafa Kemal ise bir düzenli ordunun, silahlarıyla birlikte İstanbul’a gitmesinden rahatsızlık duyar. Fransızlar’ın baskısıyla ‘söz konusu’ Ruslar, mülteci statüsü ile ülkeye kabul edilir ve destekledikleri ordunun ismiyle, Beyaz Rus olarak anılır. Osmanlı Devleti’ne, Beyaz Ordu’nun silahlarını teslim edeceği güvencesi verilse de bu tam olarak sağlanamaz. Toplanabilen ve Zeytinburnu’nda bir depoya kapatılabilen silahlar, zamanla Anadolu’ya kaçırılır.
Oya Dağlar Macar ve Elçin Macar’ın ortaklaşa kaleme aldığı ‘Beyaz Rus Ordusu Türkiye’de’ isimli kitaba göre Fransız ve İngilizler, Beyaz Ordu’yu Ankara’daki hükümete karşı kullanmak ister. Ancak General Wrangler, ordusunun Rusya’dan başka bir yerde savaşmasını istemez. Bu nedenle de Beyaz Ordu’nun Fransa ve İngiltere ile ilişkileri kopma noktasına gelir.
Nitekim, İstanbul’a göçlerinden itibaren bazı anlaşmalar çerçevesinde Beyaz Ordu’nun masraflarını karşılayan Fransa bu desteğini çeker. Ordu zamanla dağılınca askerler de çeşitli başka ülkelere gitmek zorunda kalır.
Sivillerin durumu
Rusya’dan kaçan 3 milyon göçmen olduğu tahmin ediliyor. Yüzbinlercesinin yolu İstanbul’a düşse de bunların sadece 150 bin kadarı bir süre burada yaşıyor. O dönem Robert Kolej’de Sosyoloji Profesörü olan Clarence Richard Johnson’ın Türkçeye ‘İstanbul 1920’ ismiyle çevrilen araştırmasında, Nisan 1921 itibarıyla mülteci Beyaz Rus sayısı 65 bin olarak yer alır. Şehirdeki, farklı milletlerden toplam mülteci sayısı ise 100 bin olarak kayıtlara geçer.
İstanbul’a gelen ilk grupta Rusya’nın büyük aristokrat ailelerinin mensupları, sanatçılar, zengin burjuvalar ve rütbeli askerler yer alır. Her ne kadar maddi zorluk çekseler de özellikle aristokratlar ve zengin burjuvalar, elit alışkanlıklarını devam ettirmeye çalışır. Bu nedenle de yanlarında getirdikleri kürk ve mücevherlerini satarlar.
Nispeten varlıklı küçük bir kesime karşılık diğer Beyaz Ruslar, o kadar şanslı değildir. Toplama kamplarının yanı sıra İstanbul’un hemen her yerine dağılırlar. Hatta Müslümanların yaşadığı mahallelere de yerleştirilirler. Bazıları iş bulamadığı için sefalet içinde ve yardıma muhtaç yaşar.
Gece hayatı hareketleniyor
İstanbul’a giden Beyaz Ruslar, şehrin eğlence anlayışının kısa sürede değişmesini sağlar. Gazinolar, gece kulüpleri, barlar ve kabareleri seven mülteciler, bu sektöre yönelik birçok mekân işletir. Hatta şehirde ilk kez 24 saat hizmet veren bir gece kulübü de açılır.
Dönemin önemli edebiyatçıları bu mekânların müdavimi olur. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Sait Faik Abasıyanık’ın yanı sıra Çallı İbrahim, Kâzım Sevinç, Bahriyeli Kırmızı Rıdvan (Ajda Pekkan’ın babası) gibi isimler de Beyaz Ruslar’ın çalıştırdığı eğlence yerlerinden çıkmaz. Yaklaşık 50 yıl sonra gazeteci Hikmet Feridun Es, konuyla ilgili şunları yazacaktır: “Galata’da, Tünel’in yanındaki Domuz Sokağı’nda baş döndürücü bir faaliyet göze çarpıyordu... 24 saat açık, her an yiyecek sıcak bir şeyler, kışın konyaklı punca kadar içilecek nesne bulunduğu için Petrograd, entelektüel bohem dünyasının tek merkezi olmuştu. Belki biraz kozmopolit ama bir Avrupalı havası getirmişti... Otel bulamayanların veya otel parası çıkışmayan entelektüel bohemin, geceden arta kalan son bir iki saati geçirdikleri bedava otel...”

Fotoğraf: Tombalacı
Kumar ve fuhuş sorunu
Bu sıralarda tombala ve rulet de ilk kez Beyaz Ruslar tarafından oynatılır. Hatta şehirde kumarın başlaması ciddi sorunlara neden olur. Ellerindeki tüm varlıklarını kaybeden insanlar çoğaldıkça İstanbul’daki hükümet, İtilaf Devletleri güçlerine kumarın engellenmesi için başvuru yapar ancak talebine bir yanıt alamaz.
Gece hayatının hareketlenmesiyle bazı Beyaz Rus kadınlar fuhuşa yönelir. Bu dönemde İstanbul’u kokainle tanıştıran da yine onlar olur. Ancak kısa sürede bu durum da çeşitli sorunlar yaratır, bazı evliliklerin bitmesine sebebiyet verir. Bir grup Müslüman kadın, valiliğe söz konusu kadınların sınır dışı edilmesi için başvuru yapar.
Lokantacılığın babası Karpiç
Devrimin ardından İstanbul’un yolunu tutan Beyaz Ruslar’dan biri olan George Karpoviç, uzun yıllar burada sürdürdüğü lokantacılığı, Mustafa Kemal’in de isteğiyle Ankara’ya taşır. Hatta yine Mustafa Kemal’in ‘Karpiç’ şeklinde seslenmesi nedeniyle soyadını aynı şekilde değiştirir. Şölen Lokantası isimli mekânı da Karpiç Lokantası olarak anılır.
Karpiç’i ‘Türkiye’de lokantacılığın babası’ olarak niteleyen eski Dışişleri bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil, şunları söyler: “Aşçılıktan restorana ulaşan çizgiyi o tamamladı. Yemek yemenin tıkınmak değil, aynı zamanda da bir zevk işi olduğunu öğreten odur.”
Falih Rıfkı Atay da Karpiç hakkında şu ifadeleri kullanır: “Türk olmayan yabancının Ankara sokaklarında bile yadırgandığı günlerde kendisini bir lokanta açmak üzere bizler davet etmiştik. Yeni Türkiye’nin başkentinde aşçı dükkânı devrini o kapatmıştır. Servis terbiyesi gördüğümüz ilk lokanta onunki idi.”
İlk bale okulu
Gece hayatı ve mekâncılık dışında Beyaz Rus mülteciler ülkedeki sanat gelişiminde de rol oynar. St. Petersburg İmparatorluk Bale Okulu'nda öğrenimini tamamlamasından dört yıl sonra, 1921’de İstanbul’a yerleşen Lydia Krassa Arzumanova, ülkedeki ilk bale stüdyosunu açar. 1931 yılında ise öğrencileriyle birlikte ilk gösterisini ‘Casa d’Italia’ salonunda gerçekleştirir. Daha sonra Leyla Arzuman adını alarak Türk vatandaşlığına geçen sanatçı, klasik ve folklorik pek çok eser sahneler.
Boğaz’a veda
İstanbul’daki Beyaz Ruslar’ın şehirdeki varlığı, 1922’den başlayarak giderek azalır. Özellikle Mustafa Kemal önderliğindeki direnişin zaferle ayrılması İstanbul’daki mültecileri tedirgin eder. Zira Bolşevikler’in müttefiki olan Ankara Hükümeti’nin kendilerini Sovyet Rusyası’na göndereceklerinden çekinirler. Ancak 1925 yılına kadar Beyaz Rus mültecilerine aleyhine bir karar alınmaz.
Bu tarihten sonra ise hükümetin çıkardığı yasalar karşısında bir kısmı Kırım’a, bir kısmı da Avrupa’ya göç eder. 1929’a gelindiğinde şehirdeki Beyaz Rus nüfusu 1.400’e kadar düşer. 1934’te ise kalan 986 kişiye Türk vatandaşlığı verilir.
Günümüzde ise Türkiye’deki Beyaz Ruslar’ın sayıları, “5-10 kişiyi geçmez” şeklinde ifade ediliyor.
Dahası:
Tarihin Ruhu bölümü: İstanbul'a Göç Eden Ruslar
Tarih Vakfı videosu: Türkiye’ye Gelen Beyaz Ruslar
İstanbul Ansiklopedisi podcasti bölümü: İstanbul’da Beyaz Ruslar
Ahşaptan Betona Mecidiyeden Jetona podcasti bölümü: İstanbul’daki Beyaz Ruslar
Mehmet Yalçın’ın yazısı: Güngör Uras'tan Karpiç anıları
Gazeteci-yazar Vercihan Ziflioğlu anlatıyor: Yolu İstanbul'dan geçen 200 bin Beyaz Rus'un hikâyesi
|